Sayfalar

31 Ağustos 2012 Cuma

kısacık bi paylaşım

Bi yandan yorgun, ama daha öte yandan pek bir güçlü hissettim bugün. Hülya, Burcu, Sinan, Ekin, Argın, Gülsüm, -başlarda gitmek zorunda kalsa da- Bürge... Off çok iyi geldiniz ama bana yahu. Dünkü keyifsizlikten sonra bugüne daha iyi uyanmıştım zaten ama bu kadar yukarıya çıkacağımı da beklemiyordum.

Yarın yine Ankara yolları. Bir ayda üçüncü kez gitmiş olacağım; ama bunun sonrasında epey bir süre yolum düşmeyecek gibi görünüyor. Diğer ikisinde otostopla gittim ne güzel, ama bu sefer Merve'nin düğünü kaçırma riskine giremeyeceğimden mütevellit, otobüsle gidiyorum. Ne de sıkıcı... ((: Bu arada "mütevellit" demişken... Neyse...

O zaman bana iyi yolculuklar olsun; az biraz anlamsız bir yazı oldu sanki ama şu ilk paragraftakileri yazmak istedim. Aslında daha yazasım var bi'şeyler de, galiba bu akşam zor...

İyi geceler ola ahali...

28 Ağustos 2012 Salı

kaptırıyoruz benliğimizi

Yolun sonuna geliyoruz, İstanbul netleşiyor yavaş yavaş. İçerisi kusmuk kokuyor ama iyice kanıksadım artık. Deniz o kadar dalgalıydı ki, yolcuların yarısı kustu herhalde.

Kafada bin bir türlü şey, kulağımda Mor ve Ötesi... Elif ne olacak, ben ne yapacağım, akşam babamlarla ne yaparız, yanımdaki kadın yazdıklarımı okuyor mudur... Neyse ki elimle güzelce kapıyorum.

İzmir'e, Çanakkale'ye ve diğer yerlere gidiş planları. Bir yandan Alanya'daki dinginliğe özlem. Anneme özlem... Yeniköy'e gitmeli bir ara, ne ara? EVS yapacak mıyım? Bir dönemi daha kaçırmak üzereyim bu kafayla. ... Vakfı, Eylül'de başlayacak olan proje için iş teklif etse ne yaparım? GeziJam bir hayal mi? Yapabilecek miyiz?

Odamı da kiralamak üzereyim; muhtemelen Burak'a... Göçebelik nasıl geçecek?

-------------------------

Aslında elime kalemi aldığımda bambaşka şeyler vardı kafamda. İnsanlar ne yapıyor, ne için yaşıyor sorusuna yanıt arıyordum. Kendim ne için yaşadığımı bulamamışken bunu düşünmek de biraz saçma aslında. Ama böyle boş boş yaşıyorlarmış gibime geliyor (ben kim oluyorsam buna karar verecek) ve üzülmekten alamıyorum kendimi.

İstanbul iyice netleşti.

Mesela geliyoruz dünyaya, zamanla yetişkin oluyoruz; sonra iş, evlilik vs. derken bir sürü yük alıyoruz üzerimize; bir sürü sorumluluk, bir sürü -meli -malı. Bir şeylere sahip olmaya ve bununla mutlu olmaya çalışıyoruz. Evet, dönüp dolaşıp bu konuya geliyorum; çünkü insanlar dönüp dolaşıp burada tıkanıyorlar, gibime geliyor. Asık suratlarıyla yaşıyorlar ve sürekli bir endişe halindeler.

Plazaları falan düşünüyorum. Büyük bir şirketin merkezini düşünüyorum. Her gün binlerce kişinin takım elbiselerini giymelerini, ciddi ciddi kravatlarını takmalarını, sabahın köründe evden çıkmalarını, servise binmelerini... Kadınların süslenmelerini, şıkır şıkır giyinmelerini, erkeklerin her gün sinekkaydılaştırmak durumunda kaldıkları suratlarını. Sakal ne de yakışıyor halbuki, neredeyse her erkeğe... Sonra gidiyorlar, koskocaman bir çarkta, kendi üzerilerine vazife olan işleri görüyorlar.

Geldik Kabataş'a, yanaşıyoruz; Mor ve Ötesi bitti, Absynthe Minded'a geçtim.

Yaptıkları işlere büyük oranda yabancılar. Çok büyük kısmı mutsuz, belki de her biri. Para kazanmak, hayatta kalmak için katlanıyorlar. Çok da haksız değiller belki. Ayrık otu olmak çok zahmetli ve çok konforsuz; kaptıran devam ediyor bu nedenle.

Evet kaptırıyoruz; önce elimizi, sonra kolumuzu, sonra da tüm hayatımızı, benliğimizi.

Kaptırdıkça daha da uzaklaşıyoruz benliğimizden.

Anam! Deniz otobüsü boşalmış!

(Mecburi bitiş)

Bursa'dan çıkarken...

ön not: bundan önce yolda 2 yazı daha yazdım ama yayınlamıyorum.

Deniz otobüsüne bindim şimdi de. Çok fazla yazasım yok ama az önceki hissiyatımı yazıya dökmek istedim. Yağmur yağıyordu, ince ince ama hızlı; kulağımda "Çok aşık" şarkısı çalıyordu FD'nin albümünden, Pinhani'nin yorumuyla. Serin bir rüzgar esiyordu üstüme. Ve ben hiç acele etmeden, sakin sakin, kollarımı iki yana açmış bir şekilde deniz otobüsüne doğru yürüyordum. Bundan 1 dakika önce Balıkçı, Derya ve Argın'a onları sevdiğimi yazmıştım. Çok canlı, çok yaşıyor hissettim o 1-1,5 dakikada. Çok güzeldi.

Şimdi içerideyim. Azıcık uzaklaştım o güzel hislerden. Epey sallanıyoruz, falan. (Deniz çok dalgalı.) Ama güzel, yine güzel, hep güzel...

Deniz otobüsü hareket etmek üzere, saat 15:30 civarı

24 Ağustos 2012 Cuma

yeni blog adresi, belki de ismi??

blogaisimbulmaknezorismis.blogspot.com çok saçma bi adres. o zaman hakkaten başka bi'şey bulamadığımdan bunu koymuştum.

şimdi az-çok yazmaya başladığımdan mütevellit, adam akıllı bi isim koymam lazım. blog'un adı olan "değişik şeyler"i mi koysam adres olarak?.. ya da onu da mı değiştirsem... seviyorum gerçi galiba...

fikri, önerisi olan varsa bi paylaşsa, olma mı? değiştireyim şu saçma ismi bir an önce...

19 Ağustos 2012 Pazar

Karışık işler!

Tam 29 gündür gazete okumadım, haber izlemedim. Evet evet, ben. Hani şu hayatını haberlere odaklamış, gelişmeleri an be an twitter'dan izleyen ben. Ne oldu yahu bana? Kendime döneyim derken bencilleşiyor muyum acaba? Bir anda olan biteni umursamamak... Aslında umursamamak da değil, hayallerime baktığımda diğerlerini, gezegeni en az eskisi kadar umursadığımı görüyorum; ama gidiş yolu biraz farklılaştı sanki.

Biraz yükleri üzerimden attım gibi. Olan biten binlerce boktan şeyin hepsini sırtlamam yanlıştı belki. Yüklendikçe daha çok ağırlaşıp, bir de bir şey yapamamak, yapamadıkça taşıyamaz hale gelmek çok mu doğruydu sanki. Roboski'de insanlar öldü diye en çok üzülme yarışmasına katılsam derece yapar, en kötü şartlarda mansiyon, jüri özel ödülü falan alırdım. Alırdım da n'olurdu acaba?.. Ferhat Encü'nün altıncı kez gözaltına alınmasını mı engellerdim mesela? Herkes benim ne kadar üzüldüğümü görüp, "O üzüldüyse bir bildiği vardır; durduralım şu savaşı!" mı derlerdi ya da?

İyi de şimdi ne yapıyorum ki? Yollara düşmece, insanlara dokunmaca planları, hayalleri... Çok mu naif ki?..

Bir de bu kadar ani bir kopuş çok mu tuhaf ki?

Değil belki de... Bana düşeni yapmak için doğru yola giriyorum sanki. Yapılan "iyi iş"ler illa ki kitlesel olacak diye bir kural da yok; ha mümkünse kitlelere ulaşmak tabii ki daha iyi. Ama bunun mümkün olmadığı zamanlarda da, elimizden geldiğince taş üstüne taş koyarsak görevimizi yapmış oluruz.

Mu acaba? Offf, karışık işler!

GeziJam

Yine çok şey hücum ediyor aklıma ve içime; nereden başlayacağımı nereden tutacağımı şaşırdım. Dersiz topsuz bir şekilde yazmak iyi gelir mi ki?.. Bence kesin gelir; bence? Bence de...

Kulağımda Yeni Türkü'nün çok eski bir kaydı, "Ne güzeldir yollarda olmak şimdi" diyor bir kadın, kim olduğunu bile bilmiyorum. Güya Yeni Türkü'yü çok severim, ama herhangi bir zaman bir kadının bu grupta şarkı söylediğini bilmiyordum. Şimdi de "O kadar sevdim ki resmini ..." diyen şarkı çıktı. Evet yazamıyorum, dinliyorum.

Ne diyorduk? Hücum eden "şey"lerle başa çıkmaya çalışıyorduk. En yoğunu, yeni ve alternatif bir hayat kurma çalışmaları galiba. Tam zamanlı bir işte çalışmadan, hatta mümkünse -klasik anlamda- hiç çalışmadan yaşamak. Üretmek, paylaşmak, az tüketmek üzerine kurulu... Olur mu ki? Çok mu hayal?

Off, "Deliler"'e geçtiler...

Mesela GeziJam projemiz var şimdi, henüz emekliyor, tay tay ayakta durmaya çalışıyor. (Bağıra bağıra "Deliler"i söylüyorum.) Bir grup yaşını başını almış koca eşek yollara düşelim, diyoruz; köyleri kasabaları gezelim. Gittiğimiz yerlerde paylaşım yapalım, konuşalım, dinleyelim, anlatalım... Tiyatro yapalım, müzik yapalım, oyunlar oynayalım. Hem yaşama sevinci alalım, verelim; hem de belki bu arada ekolojik hayat, sürdürülebilirlik üzerine paylaşımlarda bulunalım. Gittiğimiz yerlerde bir çok şey öğrenelim, bunları oraya buraya taşıyalım; hatta belgeselleştirelim bu çalışmayı, kitaplaştıralım... Çok mu hayal? Orası belli olmaz işte; deneyeceğiz gibi görünüyor ama. Karavan ya da minibüs gibi bi'şey alıp düşsek diyoruz yollara... Gerçekten güzel şeyler yapabilirsek, çok fazla paraya ihtiyaç duymayacağımızı düşünüyoruz bu arada; gittiğimiz yerlerde bizleri bağırlarına basacaklarını düşünüyoruz. Çok mu uçuyoruz? Belki... Bunlarla ilgili 2 toplantı yaptık bile, bayağı bayağı konuşuyoruz yahu, ciddiyiz yani. Velev ki çok saçmalıyoruz, çok uçtuk; yine de çok iyi değil mi? Bir grup insanın böyle hayallerin yapılabilirliği ile ilgili konuşması, tartışması, heyecanlanması... Konu beni heyecanlandırıyor heyecanlandırmasına da, asıl bu heyecanın kendisi ve gözlerdeki ışıltılar daha çok heyecanlandırıyor.

Yeni Türkü arka planda devam ediyor, artık bir bir aktarmayı bıraktım.

Neyse işte, diyoruz ki düşelim yollara, kervanın büyük kısmının yolda düzüleceğini düşünerek... Önce bir pilot çalışması yapalım, diyoruz; atlayalım gidelim bir yere, yakın zamanda. Bakalım ne yapabiliyoruz, ne yapamıyoruz; tepkiler nasıl... Heyecanımızın bir karşılığı var mı, yoksa bize deli gözüyle mi bakacaklar. Sonra bakacağız bakalım.

Ev işi var şimdi bir de. Bir an önce kiradan kurtulmam lazım. Çalışmadan yaşamanın birinci kuralı kira ödememek olsa gerek. ((: Odamı geçici ya da kalıcı olarak birine devredecek ya da evi komple boşaltacağım(z).

"Başka Türlü Bir Şey" başladı.

İşsizlik maaşım da var bir süre, çok iyi yaa. Hep olsa keşke. En güzel bi'şey bence işsizlik maaşı. Kira da gidince, acil bir para kazanma derdim yok, çok iyi!

Yollar da beni bekliyor; öncelikli olarak Ankara, İzmir, Yeniköy, Çanakkale, bi ara Alanya... Sonrasını hiç bilmiyorum. Bilmemeyi seviyorum. Bilmemeyi sevmeyi de seviyorum...

17 Ağustos 2012 Cuma

ne eksik, ne fazla

Nasıl günler, nasıl bir yoğunluk, nasıl bir ruhsal ve fiziksel ve aralıksız hareket hali. Birkaç gün nadasa bırakıyorum kendimi; azıcık kendimi dinlemece... Kimseyi aramamaca, sormamaca; dayanabilirsem...

Elif de gitti bu akşam, kendimle kaldım. Çok güzel bir(kaç) haftaydı, her şey olması gerektiği gibi gitti. Ne eksik, ne fazla. Tam bir açıklık hali, çok iyi, en iyi. Çok yoruldum; ama en tatlısından. Biraz enerji toplayıp yollara düşmeli. Kafa hep yollarda zaten, beden de takip edebildiği kadar artık...

14 Ağustos 2012 Salı

doğru-yanlış, iyi-kötü ...

Bütün bu insanlar nereden çıktı? Ne oluyor? Herkes ayrı bi' çeşit, herkesi ayrı bi' seviyorum. Gerçekten de hayatımda yaptığım en doğru şey Jam'e katılmaktı galiba. Hem içe dönüşün önemini ve gerekliliğini fark edip bunu uygulamayı öğrenmeye başladım, hem de bir çok güzel insan tanıdım. Peki bu insanlar mı güzel, yoksa zaten herkes güzel de içlerini mi görmek lazım?

Mesela Ogün Samast da güzel mi içten içe? Sadece bir kurban mı, yanlış fikirlerin, yanlış adamların peşinden koşan?.."Yanlış adamlar" kim peki? Kim bu adamları "yanlış adamlar" ilan etti? Şu an için ben. Zira "toplumsal iyi" için doğru olmayan şeyler yapıyor ve yaptırıyorlar. Hımm, toplumsal iyinin ne olduğu benim tekelimde galiba? Ukalalık mı yapıyorum? Galiba hayır. Galiba gerçekten biliyorum.

Bu "yanlış adamlar" niye "yanlış işler"e bulaşıyorlar peki? Mayaları mı kötü? Öyleyse onları suçlamak zor, ellerinde değil çünkü. Kafaları mı çalışmıyor; bu nedenle "saçma" fikirlerin peşinden koşuyorlar? Cahiller mi? Yanlış mı yönlendirilmişler? E ama bu durumlarda da dışsal etkenlerden bahsediyoruz. Yine mi kızmamalıyız? Peki nasıl olacak bu iş?

Rakel Dink demişti ya "bir bebekten katil yaratanlar" diye. Ne de güzel söyledi. Ama işte bu katili yaratanları da birileri yarattı. Orada bir sarmal var yani kırılması gereken ve bu çok zor.

Nasıl çekeceğiz insanları bu tarafa? Aslında "bu taraf" o kadar basit ve yalın bir şekilde güzel ve doğru ki, halihazırda hepimizin orada olmamasını anlayamıyorum. Güzellik, kardeşlik, paylaşmak, zarar vermemek... Bunları da tartışacak değiliz, değil mi? Bunlar çok açık bir şekilde "doğru" yollara götüren adımlar değil mi?

Bu adımların karşısında da hırs ve açgözlülük var galiba. Neden bunlar ağır basıyor? Huzura ulaşmak varken bu saçma yollara neden sapıyoruz? Ne yapsak da sarssak insanları, "kendinize gelin!" desek?

Sahi şu anda neden iyi hissediyorum kendimi?..

Huzurlanmak...

Burada çok huzurluyum. Bahçenin güzellğinden ve sadeliğinden mi kaynaklanıyor, Hanzade ve Ali'nin konukseverliklerinden ve rahatlıklarından mı... Ama çok rahat hissediyorum. İstediğim an atlayıp gelebileceğim bir yer. Çok tatlılar yahu abla-kardeş.

Hanzadelerin evi, 11:15

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Ağaca sarılmak

6 Ağustos 2012 - 12:10

"Bence John Lennon'ın 'Imagine' şarkısını çözümlese herkes, dünyadaki tüm dertler biter." dedim geçen gün. (Şarkının İngilizce ve Türkçe sözleri aşağıda) Evet, aslında her şey çok basit, ve bir o kadar da zor.

Sistem çok yanlış kurgulanmış. En nihayetinde besleniyoruz, ürüyoruz ve ölüyoruz. Bunu çok komplike bir hale getirmek neden? Neden bu kadar çok sahip olasımız var? İhtiyaçlarımız nereye kayboldu? Dört bir yanımız istek ve ihtiraslarımızla örülmüş. İhtiyaçlarımıza ihtiyaç duymuyoruz, onları görmüyoruz bile. Varsa yoksa daha çok tüketmek! Tükettikçe de mutlu olmuyoruz aslında; fakat mutsuzluğumuzu, yine daha fazla tüketerek gidermeye çalışıyoruz. Olmuyor! Kaybolmuşuz!

Zülfü Livaneli diyor ya "Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey"... Çok mu naif? Bence çok güzel ve işin kötüsü çok doğru.

İhtiyaçlar dedik ya, nedir acaba gerçek ihtiyaç? İstekle ihtiyacı nasıl ayıracağız? İstek, istemek o kadar mı kötü bir şey? Zor sorular bunlar, tam olarak cevaplayamıyorum da. Zaruri ihtiyaçların fazla tartışılacak yanı yok; nefes almazsak, yemek yemezsek yaşayamayız. Diğerleri karmaşık ve değişken ve subjektif. Mesela araba sahibi olmak, iPhone almak... Yok yok, bu konudan çıkmak mümkün olmayabilir. Susuyorum.

Ama ihtiyaç duymadığımız, unuttuğumuz ihtiyaçlarımız üzerine iki cümle.. İçimize bakmak, duygularımızı takip etmek gibi. Materyalizme ve -en başta ben olmak üzere- analitik bir hayata boğulmadık mı? Her durumda "en mantıklı"yı, "en akıllıca"yı seçme, yapma çabaları... Bırakamıyoruz kendimizi; hep bir hesap kitap ("Hayatın gerçekleri işte!" mi? Bu gerçekleri yaratanlar bizleriz.). Çok mu sıkıcılaştık acaba? Birbirimizin aynı hayatları kuruyoruz, ne kadar aynılaşırsak o kadar seviniyor ve bunun iyi olduğunu düşünüyoruz. Nedir ki bu? Kendimizden uzaklaşmak değilse nedir? Kendimize yabancılaşmak değilse nedir? E kendimize yabancılaşacaksak niye geldik ki dünyaya? Bizim için biçilmiş kıyafetleri giyip kukla olmaya mı? Kendi kendimizin tasarımcısı olamaz mıyız? Daha eğlenceli olmaz mı? Daha çok öğrenip daha çok keşfetmez miyiz?

2 gün önce ilk kez bir ağaca sarıldım. Çok güzeldi. (Bunu yazarken bile, bloga koyarsam kimler dalga geçer, kimler "iyice kafayı yedi bu!" der diye düşünüyorum bu arada.) Ağaçlar çok şey anlatıyor sanki, dinlemek lazım. Ben ilk kez dinlediğim için tam anlayamadım ama çat-pat anlaştık. Çok güzeldi. Ormanda kaldık. Sabaha kadar ateşin başında... Ateş çok büyülü bir şey, neden acaba?.. Bakmaya doyamıyorsun; çok başka...

Ve arkadaşlarla olmak... 2 hafta önce haklarında hiç bir şey bilmediğim, şimdi ise yine çok az şey bildiğim ama fazla gerek de duymadığım... En önemlisi içlerini gördüğüm... Ne güzel bir geceydi.

Nereye gidecek yahu bu iş?.. ((:

-----------------------------------------------------
Imagine - John Lennon

Imagine there’s no heaven’ 
Cennetin olmadığını hayal et 

It’s easy if you try’ 
Eğer denersen bu kolay  

No hell below us’ 
Altımızda cehennem yok 

Above us only sky’ 
Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var 

Imagine all the people 
Hayal et bütün insanların 

living for today... 
bu gün için yaşadığını... 

Imagine there’s no countries’ 
Hiç ülke olmadığını hayal et 

It isnt hard to do’ 
Bunu yapmak zor değil 

Nothing to kill or die for’ 
Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok 

No religion too’ 
Ve din de yok 

Imagine all the people 
Hayal et bütün insanların 

living life in peace... 
hayatı barış içinde yaşadığını 

Imagine no possesions’ 
Mülkiyetin olmadığını hayal et 

I wonder if you can’ 
Yapabilir misin merak ediyorum 

No need for greed or hunger’ 
Hırsa ve açgözlülüğe gerek yok 

A brotherhood of man’ 
İnsanların kardeşliği 

Imagine all the people 
Hayat et bütün insanların 

Sharing all the world... 
Tüm dünyayı paylaştığını 

You may say Im a dreamer’ 
Benim bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin 

but Im not the only one’ 
ama tek ben değilim 

I hope some day you’ll join us’ 
Umarım bir gün sen de bize katılırsın 

And the world will live as one 
Ve dünya yekvücut olarak yaşar