Sayfalar

26 Ocak 2013 Cumartesi

gündelik nefret

Gündelik nefret fena şey gerçekten. Çok da yaygın. Her gün karşılaşıyoruz, çoğunlukla parçası da oluyoruz, her an, her yerde.

Geçenlerde Kadıköy'de otobüse binecekken tereddüt ettim, doğru otobüs mü diye... Derken -böyle yazınca tuhaf olabilir ama- vücudumun üst tarafı otobüsün içinde, alt tarafı dışında kalmış, otobüs hareket edince sendeledim doğal olarak, o sırada da yanımdan bir seyyar satıcı geçiyordu, ona çarptım, sattığı 1-2 şey yere düştü. Bağrındı (böyle bi kelime var mı?) ama ne dediğini hatırlamıyorum, "çok özür dilerim" dedim, "özür dileme" diye haykırdı, "Ne yapayım?" dedim; diyaloğumuz (!) son buldu.

Galiba ertesi gün, başka bir otobüsteyim. Orta sıralarda oturuyorum, arkamdaki kadın şoföre seslendi "Donduk burada, yok mu kalorifer, çalışmıyor mu?", cevap alamadı ve birkaç dakika sonra bir daha, "Dışarıdan farkı yok, üşüdük, titredik" vs vs. Derken yanında bulunan, ses tonundan oğlu veya yeğeni, damadı falan olduğunu tahmin ettiğim adam girdi devreye, otobüsteki birçok yolcunun duyabileceği, şoförün ise muhtemelen duyamayacağı bir sesle "Açmaz açmaz, anca kendi kıçını ısıtıyor; şuna bak, tipe bak, suratsız herif, o suratla ..." belki 1 dakikaya yakın bu tondan saydırdı adama.

Bir insan tanımadığı bir başkasına nasıl bu kadar nefretle dolu olabiliyor? Gündelik nefret neden bu kadar yaygın? Nedir bu tahammülsüzlük ve sevgisizlik?

24 Ocak 2013 Perşembe

güzel bir akşamdan...

Dün 2 minik güzel şey yaşadım, paylaşasım var.

Aslında zaten güzel bi akşamdı; babamla uzun zaman sonra güzel bi' sohbet ettik, açık mavi-beyaz, anasonlu sıvı eşliğinde. Bi'şeyler yedik falan...

2 şeyden birini ne kadar iyi aktarabileceğimden emin değilim ama... Babam, kafasını karıştıran bir konudan bahsetti; ben bu konuya çok yalın yaklaştım ve aslında bu kadar karmaşık bir durum olmadığını, olayları büyüttüğümüzü, falan söyledim. Yani çok değişik bi'şey söylemedim, çok bilgece bi'şey de söylemedim, ne haddime. Yıllardır kendime ve çevreme anlatmaya çalıştığım bir gerçek sadece. Babamın, benim yorumlarımın üstüne "Seninle konuşunca kolay oluyo" demesi ve biraz rahatlaması... İşte bu çok güzeldi. İyi geldim sanki ona. Ne güzel!

Çok iyi açıklayamadım bence, fazla uzatmak da istemiyorum. Fakat işin özü şuydu aşağı yukarı: Yaşadığımız şeyleri büyütmemiz, çok önemsememiz, halbuki kısacık bir hayatta endişeye, üzülmelere, şuna buna bu kadar fazla yer vermenin anlamsızlığı. Hele ki dünyadaki küçücük yerimizi düşününce, dünyanın da evrendeki bir zerre olduğu gerçeğini düşününce... Rahat bırakalım bence kendimizi, kasmayalım fazla. Ne istiyorsak onu yapalım, bir fazlasını veya bir eksiğini değil.

Diğeri de hiç alışık olmadığım bir şeyi yapmamla ilgili. Artık "misafirim" diyemeyeceğim kadar uzun zamandır, 1 aydır, evinde kaldığım arkadaşım (Hülya) bir arkadaşına sigarayı bırakmayla ilgili bir kitap alacaktı ve kitapçıya yolum düşerse benden almamı rica etti. Dün babamla buluşmadan önce, hem bu kitabı aldım, hem de İstem'in bana almayı vaat ettiği ama unuttuğu (Üzgünüm İstem :P) 2013 Metis Ajandası aldım kendime. Sonra yemek yediğimiz yerde, bi ara babam masada yokken diğer masayla konuşan garsonun (Fuat) sigarayı bıraktığına kulak misafiri oldum ve laf attım. Elimdeki kitabı da gösterdim, "istersen hediye edeyim ama bırakmışsın zaten." dedim, gerçi 4 gün olmuş daha. Sonra masadaki kadının da bırakmayı çok istediğini, bu kitaptan haberdar olduğunu falan öğrendim. Sonra "al senin olsun, bırak sigarayı, bana da 'bıraktım' diye SMS at, sevineyim" dedim, önce kem küm etti, sonra aldı. Bu kadarcık! Ama çok iyi hissettim, çok mutlu oldum. O kadar cömert ve hediye verici bir insan değilim ben, hiç değilim aslında. Ama çok iyi geldi, herhangi bir yabancıya, herhangi bir şeyi karşılıksız ve bir şey beklemeden vermek... Güzeldi, çok güzeldi!

Bunu yazınca, kafamda başka soru işaretleri belirdi: Yaptığımız iyilikleri böyle bağıra bağıra anlatmalı mıyız? Yaptığımız güzellikleri, çevremizde prim yapmak için yapıyor olabilir miyiz? Örneğin ben şimdi bunu, insanların beni beğenmesini, takdir etmesini istediğim için mi yazıyorum? Yukarıda yazdığım "karşılıksız" vermek acaba o kadar da karşılıksız olmuyor mu, böyle yapınca? Peki öyleyse bile bu kötü bi'şey mi? Kötülüğün, bencilliğin, bireyselliğin böylesine yaygın ve baskın olduğu bir dünyada -irili ufaklı- iyilikleri, güzellikleri, cömertlikleri sergilemezsek, paylaşmazsak nasıl artıracağız bütün bunları? Hani bize hep yaptığımız güzel şeyleri anlatmamamız, bunlarla böbürlenmememiz, hatta bunları gizli-saklı yapmamız öğretildi ya; yanlış mı öğrettiler acaba?.. Yoksa doğru öğrettiler de ben mi kılıf uyduruyorum şimdi?

11 Ocak 2013 Cuma

polisler hep vardı yavrum


10 Kasım 2011 tarihinden facebook statü güncellemeleri:

23:21 - koyu renk kıyafetliyseniz, kirli sakallıysanız ve 18-22 yaşları arasındaysanız ya da o yaşlarda gösteriyorsanız (!) dikkat! polisler şüpheleniyor...

23:22 - hırsızsanız, koyu renk kıyafet giymeyin, kirli sakal bırakmayın, 18-22 yaşları arasında olmayın. o zaman kimse sizden şüphelenmez; rahat rahat işinize bakabilirsiniz.

23:24 - şimdi şöyle oluyor: kendi evimden çıkarken önümden bir polis arabası geçti. ben sokağa saptım. polis arabasının durduğunu ve geri geri geldiğini hissettim. sonrasında benim girdiğim sokağa girdi, yanımda durdu ve kimlik sordu. "hayırdır" dedim, "şüpheli mi gösteriyorum?" - "evet hocam" dedi; "böyle siyah kıyafetli (aslında siyah da değildi), kirli sakallı, 18-22 yaşlarında olunca...". "30 yaşındayım ben" dedim. şaşırdı...

10 Ocak 2013 Perşembe

Bir gün polis Emre'yi durdurur ve...

Hayır o kadar mı şüpheli bi görüntüm var? Hele valizle veya büyük sırt çantasıyla görmeyedursunlar, hemen işbaşına düşüyor kahraman Türk polisi.

Yer: Şerifali (Ataşehir'in oralar bi yerler)
Zaman: 10 Ocak Perşembe, 11:30 suları

Kahramanımız Emre, Özlem arkadaşına kahvaltıya gitmektedir. Bissürü yiyeceği ve bissürü de sohbet edeceği için çok mutludur. Eve yaklaşırken Özlem onu arayıp bulaşık süngeri almasını ister. Bu detay birazdan karşımıza çıkacak, sayın okuyucu. Biliyorsun ki, bir filmde silah görülürse mutlaka patlar.

Emre sırtında koccaman çantası, kafasında gökkuşağından daha renkli beresi, montunun cebinde Bim'den alınmış ve 3 tanesi 60 krş olan bulaşık süngeri ile ana caddeyi geçip Özlem'lerin sokağa girecekken önünden geçen polis aracı yavaşlar, durur, geri geri gelir ve "bzoytüng" diye çirkin bir ses çıkarır. Mesajı alan Emre durur ve aracından inmekte olan polislere "Hayrola!" bakışı atar. Polis yaklaşır; konuşmalar, eksiği ve gediğiyle şu şekilde cereyan eder:

Emre - "Valla sizin yüzünüzden sakalımı kesicem artık; ne çok seviyosunuz bana kimlik sormayı."
Polis 1 - "Yok estağfurullah, sadece burada oturmuyo gibi görünüyosunuz da..." (Ne demekse...)
Polis 2 - "Kimlik alabilir miyim?"
Emre - "Buyrun"
Emre - "Benim gibi arkadaşlarım da oturuyo ayrıca burda." (Ne demekse...)
Polis 1 - "Burda mı oturuyosun?" (Senli benli oluverdik.)
Emre - "Hayır, arkadaşıma geldim."
Polis 1 - "Nerde oturuyosun?"
Emre - "Beşiktaş'ta" (Aslında göçebe hayatımdan bahsedip beynini s..mek fena olmayabilirdi. Neyse terbiyesizleşmeyelim.)
Polis 1 - "Kalmaya mı geldin?"
Emre - "Yoooo!"
Polis 1 - "Kocaman çantan var ama kalmaya gelmedin, ilginç." (Sherlock Holmes mübarek, delil arıyo)
Emre - "Evet"
Polis 1 - "Üstünüzü arayabilir miyim?
Emre - "Tabii"

Üst aranır... En büyük suç ihtimali olarak cepteki bulaşık süngerleri ele gelir

Polis 1 - "Hımmm, bulaşık süngeri... Sırtta büyük bir çanta ve bulaşık süngeri" (Yok, adam Sherlock Holmes'ün hocası)
Emre - "Evet, bulaşık süngeri"
Polis 1 - "Çantaya bakabilir miyim?"
Emre - Dışımdan "Buyrun" , içimden "... ... ..."

Ön gözlere bakılır, ana göze gelince,

Emre - "Yalnız orayı da kurcalayacaksanız izin verin ben şeyedeyim, çok karışık orası."

Yalandan üstten bi bakılır ve,

Polis 1 - "Yok, tamam, gerek yok."

Aynı zamanda

Polis 2 - "Tamam, temiz, tamam"
Telsiz - "bzzziiipppttzvzv"
Polis 1 - "Tamamdır, iyi günler"
Emre - "Eyvalah"

9 Ocak 2013 Çarşamba

unutmak ve alışmak

En büyük sıkıntılardan birileri, insanı insan yapan ve aslında olumlu da olan özelliklerimiz bence: "Unutmak" ve "alışmak". Bu ikisi birbirine bağlı konular zaten de...

Güzel birşey öncelikle. Bu kadar kolay alışmasaydık nice olurdu halimiz. Çok sevdiğimiz birini toprağın altına uğurladığımızda nasıl kendimize gelirdik? Ya da giden sevgilinin arkasından bakarken, bi daha kimseyi sevemeyeceğini sanarken, ya öyle kalınsaydı hep...

Ama sıkıntılı yanları da var bu işin. Bir cenazedeyken fark ediyoruz hayatın ne kadar kısa olduğunu. Düşünüyoruz kendi kendimize, "Her şey ne kadar yalan aslında." diyoruz, "Gündelik sıkıntıları çok dert etmeye hiç değmez" diye söyleniyoruz, "Hırslar, şunlar, bunlar ne kadar da anlamsız"ı fark ediyoruz. "En nihayetinde toprak olup gidiyor bu beden; sonrası zaten meçhul"ü kabulleniyoruz.

Ne oluyor sonra? Anında unutuyoruz. Daha eve dönüş yolunda, para pul hesabı yapmaya başlıyoruz. Eve 3 sn önce dönmek için başka bir arabanın önüne direksiyon kırıyor, küfürleşiyoruz. İş yerindeki o yalaka aklımıza geliyor ve bileniyoruz. vs vs... Bari birkaç gün sürseydi etkisi...

Başka bir zaman (belki de aynı gün) çok güzel bir paylaşım görüyoruz e-posta kutumuzda veya facebook sayfamızda. Bu çok güzel paylaşım bize tam da bunlardan bahsediyor. Gevşememizi, rahatlamamızı, sinirden stresten uzak durmamızı salık veriyor bize. Hem de şahane bir dille. Gülümsüyoruz, kafa sallıyoruz, "Evet yaa" diyoruz "Napıyoruz biz". "Çok doğru yazmışlar, böyle yapmak/yaşamak lazım hakkaten." gibi gibi. Etkisi yine çok kısa sürüyor; bir şekilde kafamız başka bir yere odaklandığı anda uçup gidiyor.

Bunları hatırlamak lazım. Kendine hatırlatmak, hatırlatacak arkadaşlara sahip olmak lazım. Oraya buraya notlar yazmak lazım. Yoksa uçup gidiyor. Uçmasınlar!

--------------------------------------------------

Bu tip paylaşımlardan bugün gördüğüm bir tanesini, hızlıca Türkçe'ye çevirip aşağıya yazıyorum. Yıllardır aklımda olan şeyleri yazıya dökmeme ilham olan şey bu oldu.

Sadece kafa sallayıp sadece "evet yaa" diyip bu önerileri (ve fazlasını) unutmamak dileğiyle...

Yaşamın 7 Kuralı
1 - Geçmişinizle barışın ki geleceğinizi berbat etmesin.
2 - Diğerlerinin sizin hakkınızda ne düşündükleri sizi hiç ilgilendirmez.
3 - Zaman, neredeyse her şeyi iyileştirir. Zamana bırakın.
4 - Yaşamınızı diğerleriyle kıyaslamayın ve diğer kişileri yargılamayın. Onların yolculuğunun nasıl olduğu hakkında hiçbir fikriniz yok.
5 - Çok fazla düşünmekten vazgeçin, cevapları bilmemekte sıkıntı yok. Onları en az beklediğiniz zaman geleceklerdir.
6 - Sizden başka hiç kimse mutluluğunuzdan sorumlu değil.
7 - Gülümseyin. Dünyadaki bütün sorunların sahibi siz değilsiniz.

(mesela şunu dinleseniz... http://fizy.com/#s/19mos6 )