Sayfalar

1 Eylül 2016 Perşembe

İç Barışımız

Bugün, 1 Eylül Dünya Barış Günü.

Kolayımıza geldiğinden midir, yoksa başka bir yol akıl edemememizden midir bilmiyorum, diğer tüm kavramları olduğu gibi "barış"ı da dışarıda bir yerde arıyoruz. Bizden uzakta, bizden dışarıda, insanların arasında, ortada bir yerlerde...

Bir kez iç barışımızın ne durumda olduğuna bakmayı denesek, büyük anlamdaki barışı sağlamanın ne kadar yakında ve bir o kadar da zor olduğunu fark edeceğiz. Benim tanıdığım çok az insan -o da çoğunlukla dalgalı olmakla birlikte- iç barışını sağlayabilmiş, biraz olsun huzura ermiş durumda. İnsanların tamamına yakın bir kısmı ise kendi boku dahil olmak üzere herkesle ve her şeyle kavgalı. Eşiyle-sevgilisiyle, annesi-babası-kardeşiyle, ev sahibiyle, iş yerindeki yöneticisi veya astlarıyla, trafikteki diğer şoförlerle; yağan ve yağmayan yağmurla, açan ve açmayan güneşle, esen ve esmeyen rüzgarla ve aklına gelebilecek herkesle, her şeyle... Ve en önemlisi de kendisiyle... Kendini sevmeyen, yetersiz bulan, dahası kendini, kim olduğunu ve gerçekten ne istediğini bilmeyen, istemediği duygusal ve sosyal ilişkileri sürdüren, istemediği işlerde çalışan, istemediği yerlerde yaşayan insanlarız, büyük çoğunluğumuz.

"Eşimden ayrılıcam AMA...", "İşimden hiç memnun değilim AMA...", "Bu patronu sokakta görsem selam vermezdim AMA..."lı cümleler kurarak kendimize rağmen sürdürdüğümüz hayatlarımızda iç barışımızı sağlamamız nasıl mümkün olabilir? İç barışını sağlayamayan insanlardan oluşan topluluklarda ise -kelimenin büyük anlamıyla- "barış" nasıl hasıl olabilir?

Kendimle kavgalı olduğum sürece, yakın çevremle kavgalı olduğum sürece, sokaktaki adamla, kavgalı olduğum sürece; diğer görüşteki insanlarla kavgalı olmam kaçınılmaz. Eh bu durumu biraz daha büyütünce de önce ülkelerin kendi içlerinde, sonra da ülkeler arasında barışın sağlanması nasıl mümkün olabilir ki...

Her ne kadar bu laflar biraz ayağa düştüyse de tüm kalbimle inanıyorum ki her şey ben'le, bireyle başlıyor. Benle başlayan değişim, benle başlayan iç barış bir anda toplumsal ve dünyasal barışa dönüşmüyor ama bu yola bir taş koyuyor. Büyük çaplı bir değişimin, dönüşümün gerçekleşmesi için gerekli olan kritik çoğunluğa ulaşabilir miyiz, ne zaman ulaşabiliriz, bilemiyorum. Tek bildiğim, iç huzurumuzu sağlamayan, kendimize aykırı hayatlar yaşamaya devam ettiğimiz takdirde, "barış"ı daha çok bekleriz.

Bunlara dair yazacak, detaylara inilecek daha çok şey var ama bu konularda yıllardır çokça atıp tuttuğum için bu yazıyı kısa tutmayı tercih ettim.

Dünya "İç" Barış Günümüz kutlu olsun!



-----------------------------------------

Blog yazarının notu:

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz'undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda "çalışmak"tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında "para eden" şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi'takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki... 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman "doğrudan" getirmiyor. Hep bi'takım dolambaçlı yollar... Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yazıyla ilgili yorum yapmak için...